20 Mayıs 2012 Pazar

GALATASARAY - FENERBAHÇE (TÜRKİYE)


Türk sporuna damga vuran ve “Zıt Kardeşler” olarak adlandırılan Fenerbahçe ile Galatasaray’ın bir yüzyıla yaklaşan ezeli rekabeti, birçok ilginç olaya tanık oldu.
100 yıllık ezeli rekabette ilk golü Galatasaraylı futbolcu Emin Bülent Serdaroğlu attı.
17 Ocak 1909 tarihinde “Papazın Çayırı” olarak adlandırılan yerde yapılan ilk maçı 2-0 kazanan Galatasaray, ezeli rakibinden ilk 7 maçta gol bile yemedi.
Ezeli rekabette son golü ise 27 Nisan 2008 tarihinde Ali Sami Yen Stadı’nda yapılan lig maçında yine Galatasaraylı Shabani Nonda kaydetti.

FENERBAHÇE 5 YIL BEKLEDİ
Fenerbahçe, Galatasaray karşısında ilk golü ve galibiyeti, ezeli rekabetteki 8. randevuda elde etti.
4 Ocak 1914 tarihinde Union Club sahasında yapılan İstanbul Ligi maçını 4-2 kazanan Fenerbahçe, böylece ezeli rakibi karşısında yaklaşık 5 yıl süren suskunluğuna da son vermiş oldu.
Sarı-lacivertli takım adına Galatasaray’a tarihteki ilk golü ise Hasan Kamil Sporel attı.

EN AZ VE EN ÇOK SEYİRCİLİ MAÇLAR
Fenerbahçe ile Galatasaray arasındaki maçlarda en az seyirci 17 Kasım 1922’deki karşılaşmaya geldi.
İttihat Sahası’nda şiddetli yağmur altında yapılan ve hakem Fethi Tahsin Başaran’ın şemsiyeyle yönetmek zorunda kaldığı maçı, tamamı biletsiz 14 kişi izledi.
21 Eylül 2003’de İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’nda yapılan lig maçını ise 70 bin 125 seyirci izlerken, bu rakam, ezeli rakipler arasındaki bir maçı izleyen seyirci sayısındaki rekor olarak tarihe geçti.

GOLCÜLER
Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki 99 yıllık rekabette en fazla golü, Fenerbahçeli Zeki Rıza Sporel attı.
Sporel, Galatasaray’a karşı oynadığı 42 maçta, toplam 27 kez rakip fileleri havalandırdı.
Zeki Rıza Sporel’i, 24 golle yine bir Fenerbahçeli Alaattin Baydar izliyor.
Fenerbahçeli Lefter Küçükandonyadis’in 20, Galatasaraylı Metin Oktay’ın ise ezeli rekabette 19 golü bulunuyor.
Bu arada 2 takımda da forma giyen Tanju Çolak’ın da 14’ü Galatasaray, 8’i Fenerbahçe formasıyla olmak üzere ezeli rekabette toplam 22 golü var.
Lig maçlarında ise Galatasaraylı Metin Oktay 9, Fenerbahçeli Aykut Kocaman da 8 golle takımlarının en golcü isimleri olarak tarihe geçti.

TURGAY ŞEREN’İN REKORU
Fenerbahçe-Galatasaray maçlarında en çok oynama rekoru Turgay Şeren’e ait.
(A) Milli Takım ve Galatasaray’ın unutulmaz kalecilerinden Şeren, sarı-kırmızılı kaleyi 55 kez Fenerbahçe’ye karşı korurken, ezeli rekabette en çok forma giyen futbolcu unvanını elinde bulunduruyor.

ÖZLEM DOLU YILLAR
Ezeli rakipler, rekabetin bazı dönemlerinde birbirlerine karşı galibiyet alma bakımından üstünlük kurmakta zorlandı.
Galatasaray üst üste 18, Fenerbahçe ise 11 maçta galip gelemedi.
Sarı-kırmızılı takım, 17 Mayıs 1942’de 3-1 kazandığı maçın ardından tam 18 maç galip gelemedi ve 19. maçta 1 Aralık 1946’da sahadan 1-0 galip ayrıldı.
Sarı-lacivertliler ise 20 Kasım 1949’da 2-0 kazandığı maçın ardından üst üste 11 maç galip gelemedi ve 22 Şubat 1953’de taraftarlarına Galatasaray galibiyeti armağan edebildi.

HEYECANI İKİ TAKIMDA DA YAŞAYANLAR
Galatasaray-Fenerbahçe rekabetinde, şimdiye dek birçok oyuncu futbolculuk yaşamında 2 formayı da giyme şansını buldu.
Son dönemde iki takımda da oynayan futbolcular şöyle:
Raşit Çetiner, Güngör Tekin, Erdoğan Arıca, Engin Verel, Mehmet Oğuz, Erhan Önal, Arif Kocabıyık, İlyas Tüfekçi, Tanju Çolak, Semih Yuvakuran, Selçuk Yula, Hasan Vezir, Benhur Babaoğlu, Elvir Boliç, Sedat Balkanlı, Saffet Sancaklı, Ahmet Yıldırım, Sergen Yalçın, Emre Aşık, Fatih Akyel, Elvir Baliç, Haim Michael Revivo, Abdullah Ercan, Mehmet Yozgatlı, Stjepan Tomas, Servet Çetin, Emre Belözoğlu.


BİR MAÇTA 4’ER GOL ATANLAR
Fenerbahçe-Galatasaray maçlarında şimdiye dek 1 maçta bir futbolcu tarafından atılan en fazla gol, 4 olarak gerçekleşti.
Galatasaraylı Celal İbrahim, Cemil Gürgen ve Metin Oktay ile Fenerbahçeli Zeki Rıza Sporel, rakip filelere bir maçta 4’er gol atma başarısını gösterdi.

EN ÇOK GÖRÜLEN SONUÇ 1-0
Ezeli rakiplerin 99 yıllık geçmişinde, geride kalan 360 maçta en çok görülen sonuç 1-0 oldu.
Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki maçlarda tam 67 kez 1-0’lık sonuç ortaya çıkarken, 45 kez 2-1’lik skor alındı.

EN ÇOK MART AYINDA KARŞILAŞTILAR
Galatasaray ile Fenerbahçe, en çok mart, en az ise temmuz aylarında karşılaştı.
Ezeli rakipler, mart ayında 46 kez birbirleriyle karşılaşırken, temmuz ayında ise yalnızca 9 kez maç yaptılar.

EN FARKLI SKORLU MAÇ
İki takım arasındaki 99 yıllık ezeli rekabette geride kalan 360 maçta en farklı skorlu galibiyeti, 7-0’lık sonuçla Galatasaray aldı.
12 Şubat 1911’de İstanbul Ligi’nde yapılan maçı, Galatasaray 7-0 kazanmıştı.

EN GOLLÜ MAÇLAR
Fenerbahçe ile Galatasaray arasındaki en gollü maçlarda, penaltılar dışında sporseverler toplam 8’er gol gördü.
5 Haziran 1983 tarihinde Ali Sami Yen Stadı’nda yapılan lig maçında, ezeli rakipler 4-4 berabere kaldı.
İki takım arasında 2000-2001 sezonunda, 7 Şubat 2001’deki Türkiye Kupası yarı final karşılaşması da 4-4 berabere sonuçlandı.


YARIDA KALAN MAÇ VE TARİHİ KAVGA
Ezeli rakiplerin 23 Şubat 1934 tarihinde yaptıkları İstanbul Ligi maçı futbolcular arasında çıkan büyük bir kavga nedeniyle yarıda kaldı.
Taksim Stadı’nda yapılan maçın 60. dakikasında Galatasaraylı Kadri Dağ’ın, Fenerbahçeli M.Reşat Nayir’e attığı attığı tekme ve Kadri’nin üzerine doğru koşan Fenerbahçeli Fikret Arıcan’ın, Galatasaraylı Tevfik tarafından kucaklanıp, saha kenarına atılmasıyla saha bir anda karıştı. İki takım oyuncuları arasında başlayan kavgaya tribünlerdeki seyirciler de katılınca, olaylar iyice büyüdü.
Yarıda kalan maçın ardından toplanan “Mıntıka Futbol Heyeti”, Türk spor tarihinin en ağır cezalarından birisini verdi ve Fenerbahçe’den 9, Galatasaray’dan 8 futbolcu olmak üzere toplam 17 futbolcuyu uzun süreli cezalandırdı.
Bu cezalardan en karlı çıkan takım Beşiktaş olurken, sezonu ezeli rakiplerinin önünde şampiyon tamamladı.


YABANCI HAKEMLER
Ezeli rekabetin geçmişinde yabancı hakemler de görev yaptı.
Bu hakemler arasında Çek, İngiliz, Yunan, İtalyan, Avusturyalı, Alman, İsviçreli, Rumen, Macar, Yugoslav, Belçikalı ve Bulgar hakemler bulunuyor.

TARİHTEN YAPRAKLAR
-Galatasaraylı Bahri Altıntabak, Fenerbahçeli Şeref Has ile Nezihi Tosuncuk, ezeli rekabet tarihinde hem kendi kalesine, hem de rakip kaleye gol atan oyuncular oldu.
-Şevki Şenlen, Raşit Çetiner, İlyas Tüfekçi, Hasan Vezir, Saffet Sancaklı ve Tanju Çolak, hem Galatasaray, hem de Fenerbahçe formasıyla ezeli rekabette gol atma sevinci yaşadılar.
-Ezeli rekabette takım değiştiren oyuncular arasında eski takımlarında kaptanlık bandını taktıktan sonra transfer olan futbolcular, Fenerbahçe kaptanıyken Galatasaray’a geçen Naci Erdem ve Galatasaray kaptanıyken Fenerbahçe’ye geçen Mehmet Oğuz olarak kayıtlara geçti.

CANAYDIN'DAN CENTİLMENLİK DERSİ
Son yıllarda ezeli rekabetteki maçların genelinde olaylar yaşanırken, Galatasaray Kulübü Başkanı Özhan Canaydın, rekabete centilmence yaklaşımıyla  alkış aldı.
Sarı-kırmızılı ekibin 6 Kasım 2002'de, Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı'nda ezeli rakibine 6-0'lık yenilgiyle tarihi hezimete uğradığı maçta, başkanlık  sıfatıyla ilk Fenerbahçe derbisini izleyen Galatasaray Kulübü Başkanı Özhan  Canaydın'ın, rakibinin attığı golleri alkışlayarak Fenerbahçeli yöneticileri  kutlaması, maça damgasını vurdu.
Canaydın'ın bu centilmenlik gösterisi kendi camiasından bazı tepkiler alsa da Dünya Fair Play Konseyi (CIFP) tarafından 2002 Dünya Fair Play Ödülü'ne layık  görüldü.
Özhan Canaydın ayrıca, bu davranışı nedeniyle, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) tarafından düzenlenen ''Fair-Play Sportif Davranış Ödülü''nü  aldı.

INTER - MILAN(İTALYA) Milano Derbisi

Futbolda, derbi denilince akla gelen ulkelerden biri olan Italya'nin en buyuk derbilerinden biri kuskusuz AC Milan – FC Internazionale derbisdiri. Roma derbisi kadar nefret dolu, atesli degildir belki, fakat yine de, iki kulubun isimlerinin buyuklugunden dolayi her zaman en az Roma-Lazio derbisi kadar goz onundedir. Bu rekabetin koku ise, AC Milan'in kurulus gunlerine kadar dayanir.

AC Milan, 16 Aralik 1899'da kuruldu. Kurucular arasinda, bir Ingiliz vatandasi olan Alfred Ormonde Edwards'in olmasindan dolayi, kulup ilk kuruldugunda ismi Milan Football And Cricket Club’tu. Kulup icin onemli bir donum noktasi olan 1908'e dek, 3 sampiyonluk kazanildi [1901, 1906, 1907]. Artik Milan, o donemki futbolda buyuk kulupler arasinda yerini almisti.

9 Mart 1908'de ise, kulubun yabanci oyunculari kabul etmemesine isyan eden bir grup ayrildi ve "Football Club Internazionale Milano" yu kurdu [Internazionale ismi buradan gelmektedir.] . Milan - Inter rekabeti ise o gunden sonra baslamis oldu.


Inter'in kurulusundan sonra Milan yaklasik 40 yillik bir durgunluk sureci yasadi. Oyle ki, 1907'den 1951'e dek sampiyonluk yuzu goremedi. Italya Kupasi'ni dahi kaldiramadi. Oysa bu yillarda Inter 5 sampiyonluk, 1 de Italya Kupasi kazanmisti, ve Milano sehrinin daha parlak takimi olarak benimsenmisti.

Inter'in kurulusundan sonra Milan yaklasik 40 yillik bir durgunluk sureci yasadi. Oyle ki, 1907'den 1951'e dek sampiyonluk yuzu goremedi. Italya Kupasi'ni dahi kaldiramadi. Oysa bu yillarda Inter 5 sampiyonluk, 1 de Italya Kupasi kazanmisti, ve Milano sehrinin daha parlak takimi olarak benimsenmisti.

Aslina bakilirsa, Inter, yaklasik son 16-17 yildir yasadigi durgunluk donemine kadar, hep Milan'dan ustun gorulen bir takimdi. Ornegin ; Italya'da her 10 sampiyonluga verilen 1 yildizi, Inter 1966'da takmisti. Milan'in yildiz tasima hakkini kazanmasi ise 1979'u buldu. Mesela Inter'in en son sampiyon oldugu sene olan 1989'da 13 sampiyonlugu varken,Milan'in 11 sampiyonlugu vardi. O yildan sonra Inter'in durulmasi ve Milan'in Fabio Capello ve efsanevi Hollandalilari onderliginde yeniden dogmasi sonucunda Milan ard arda sampiyonluklar yasamaya basladi [1992, 1993, 1994, 1996]. Bunlari, artik kazanmaya alisan ve bunu gelenek haline getiren Milan'in 1999 ve 2004 sampiyonluklari takip etti. 2006 yilinda patlak veren sike skandali sonrasi ise, Juventus'un kume dusurulmesi ve Milan'in puanlarinin silinmesiyle, Inter 17 yillik sampiyonluk hasretine ilginc bir sekilde de olsa son verdi.


Bu noktadan sonra biraz da iki kulup hakkinda istatistiki bilgiler verelim. Inter, 15 Lig, 5 Italya Kupasi, 3 UEFA Kupasi, 3 Italya Super Kupasi, 2 Sampiyonlar Ligi ve 2 de Kitalararasi Kupa kazanmis. Milan’in ise; 17 Lig, 6 Sampiyonlar Ligi, 5 Italya Kupasi, 5 Italya Super Kupasi, 4 UEFA Super Kupasi, 3 Kitalararasi Kupa, 2 Kupa Galipleri Kupasi sampiyonluklari, Milan'in 2006 yilina dek yasadigi sampiyonluklar. Ayrica her ne kadar pek ovunmeseler de, AC Milan kulubunun 2de Serie B sampiyonlugu var. Inter taraftarlari, Milanlilari kizdirmak icin genelde
"Serie B" diye bagirip onlara zamaninda Serie B'ye dusurulduklerini hatirlatirlar [Milan, 1 kez sike skandali dolayisiyla 1980'de, 1 kez de yeniden ciktiklari 1. ligte kume dusmeleri sonucunda 1982'de olmak uzere 2 kez Serie B'ye dustu.] ve genelde “Asla B’de kalma” mottosunu Milanlılara karsı kullanırlar.

Iki ekip arasinda bugune dek yapilan 267 macta ise 104 Milan, 91 Inter galibiyeti var. 72 mac ise berabere bitmis. Milan'in 428 golune Inter 394 golle karsilik verebildi. Toplam mac sayilarinda her ne kadar Milan acik ara onde gozukse de, Serie A’da oynanan maclarda durum boyle degil. Inter ligde galibiyet sayilarinda 61-56 onde.

Bu derbinin bir ilginc tarafi da, 2 Milano ekibinin de ayni stadi paylasmasi. 85000 kisilik stad, Milanlilar tarafindan San Siro, Interliler tarafindan ise Giuseppe Meazza olarak adlandirilir.


Milan'in fanatikleri, San Siro [Giuseppe Meazza] stadinda guneyde konuslaniyorlar [Curva Sud]. Interlilerin tribunu ise kuzey tribunu. Yani Curva Nord. Her 2 kulubun de dunyaca unlu taraftar gruplari var. Milan'in en unlu taraftar grubu olan ve muhtesem koreografileri ile milyonlari buyuleyen Fossa Del Leoni bilindigi gibi gecen yil dagildi. Milan'in diger baslica taraftar gruplari ise Brigate Rossonere, Commandos Tigre, Panthers ve Guerrieri Ultras. Inter’in ise ; Boys San, Irriducibili Inter, Ultras,Viking, Brianza Alchoolica, Boys Roma.Sez gibi başlıca birbirlerine bağlı grupları vardır. 
 



GENOA - SAMPDORIA(İTALYA) Derby Della Lanterna


Ülkemizde oynanan futbolun ekol sahibi olamamasının oluşturduğu beyhude serzenişleri, hatta neye benzediğine bile karar vermekte çektiğimiz güçlükleri artık bir kenara bırakmak gerekli. Çünkü bizim futbolumuz maalesef, henüz ne olduğu belli olmayan, Avrupa’nın her ekolüne yakın olmaya çalışıp aslında olabildiğine uzak olan bir tarzda... Avrupa’ya yakın olduğumuz futbolun yan kollarından biri hep atlanıyor aslında; Taraftarlık ve taraftar kültürü... Bunu Avrupa geneliyle değil ülke bazlı değerlendirmek daha sağlıklı. Zira İngiltere’deki organizasyonla İspanya veya İtalya’yı karşılaştırmak asla doğru olmaz. Biz ruh halimizle, takım sevgimizle, stadyumlardaki anarşi ortamının gelişiminden, taraftar örgütlenmelerinin hiyerarşisine kadar İtalyan taraftar yapılanmalarına çok yakınız. Bunda Akdenizliliğin payının yüzde otuzlarda kaldığını söylemeliyim. Benzerliğin asıl nedeni, grupların bulunduğu sosyal sınıfların getirdiği aidiyet duygusunun stadyumlarda sınıf farkı gözetmeksizin tatmin edilmesidir. Benzer düşünce tarzından yola çıkarak benzer reaksiyonlar göstermeleri de bundandır. Dolayısıyla değişik kültüre sahip ülkelerde insanların derbilere bakış açılarında mutlaka farklılıklar olacaktır. Örneğin İtalya’da ki en büyük derbi hangisidir? Sorusuna bir İngiliz, takımların büyüklüğünden ve mazilerinden dem vurarak Milan-İnter cevabı verecektir. Aynı soruya bir İspanyol’un Roma-Lazio demesi de şaşırtıcı değildir çünkü en çok ünlenmiş mücadeledir başkent derbisi. Bu soruyu bir İtalyan’a sorarsanız beklediğiniz cevaplardan birini alamayacağınızı söylemeliyim. Çünkü İtalyanlar sorunun içeriğini direkt şiddet ve bunun doğurduğu sonuçlarla ilişkilendirerek ülkenin kuzey batısındaki Genoa şehrini ve Sampdoria ile Genoa takımlarının arasındaki mücadeleyi işaret ederler. Tıpkı bir Yunanlı’ya, Türk’e ya da Polonyalı’ya bu derbi portrelerinin içeriklerini anlatıp aynı cevabı alacağımız gibi...

İtalya’da derbi dendiğinde ilk akla gelen maçlardan biridir “Derby Della Lanterna”. “En” sıfatı alacaksa önemli veya büyük yerine şiddetli denmesi tercih nedenidir şehir sakinleri tarafından. Bir liman kenti olan Genoa’yı paylaşan iki kulüp, şehrin iki tarafı olarak, paylaşamadıkları herşeyi de şehrin caddelerinde, sokaklarında çoklukla da ortak olan tek varlıkları olan güzeller güzeli Luigi Ferraris stadında paylaşmaya çalışırlar. Bu genellikle hoş olmayan enstanteleri barındıran bir paylaşım olduğundan ülke genelinde maçtan çok savaş havasının yaşandığı bir mücadeledir.

 Derbi portrelerinde genel kuraldır, bir maçın tam manasıyla derbi olması için güzel sebepleri olmalıdır, futbol sahasının dışında veya içinde vuku bulmuş tarihten ileri gelen genel geçerli sebepler... İşte yukarıda bahsettiğimiz biraz daha düşük sosyal profilli mücadelelerde belli bir sebep bulunamaz. Bundan dolayı Genoa derbisinde de geçerli sebepler aramak gereksizdir. Kısaca küçük bir şehirin iki büyük takımının mücadelesi ve onlara gönül verenlerin en büyük kim iddasının geldiği noktadır bu derbi...


Sampdoria Genoa’ya göre biraz daha başarılı ve ön planda gözükse de Genoa kulübü İtalya’nın en köklü takımlarından biridir. 1893 yılında bir grup İngiliz tarafından kurulmuş. İlk ismi de Genoa Cricket & Athletic Club olmuş. İlk yıllarında sadece kriket ve atletizm üzerine faaliyetlerde bulunan Genoa, İngiliz kurucularının isteğiyle formasını da İngiliz milli takımı gibi düz beyaz giymiştir. 1897 yılında ise yine İngilizler tarafından açılan futbol şubesi, iki Torino kulübüyle birlikte İtalya’nın ilk futbol takımlarındandır. 1898 yılında ise tarihte düzenlenen ilk İtalya kupasını müzelerine götürdüler ve isimlerini bugün halen kullandıkları Genoa Cricket & Football Clup olarak değiştirdiler. Birinci Dünya savaşı bitimine kadar üst üste kazandığı şampiyonluklarla İtalya’nın en çok kupa kazanan ekibi haline geldi. Birinci Dünya Savaşına gönderdikleri oyuncularının bir çoğu savaşta hayatlarını kaybedince Genoa’da ligdeki dominasyonunu yitirmiş oldu. Şehirin en başarılı ve gözönünde takımı olmasından dolayı o yıllarda hemen hemen tüm Genoa halkının sevgisini kazandılar. İngiliz hakimiyeti de kulüp üzerinden kalkınca renklerini limanın ve denizin simgesi olan mavi ve savaşta kaybettiklerinin anısına kan krımızısı olarak değiştirdiler.

Genoa 1940’lı yıllara grafiğini iyice aşağıya çekerek gelirken, şehiri ve stadlarını paylaşacakları ezeli rakip Sampdoria bir anda ortaya çıktı. Bu ani ve spekülatif çıkış kentin çalışan kesimine hitap eden Genoa kulübünü yeterince kızdırmıştı. Çünkü Sampdoria’nın hitap ettiği kitle şehirin elit tabir edilen kısmıydı. Bunda kuruluşunun hikayesi de çok etkili tabii ki. Sampierdarenese 1895 yılında Genoa’da kurulan bir futbol kulübüydü uzun yıllar İtalya ve Kuzey liginde mücadele etti, ancak çok büyük başarılar yakalayamadı. İkinci Dünya savaşının hemen sonrasında kentin önde gelenlerinden Piero Sanguineti isimli iş adamı Sampierdarenese’nin şehrin diğer bir küçük takımı Andrea Doria ile birleşmesini teklif etti. Teklif iki taraftan birden kabul görünce Samp ve Doria isimleri birleştirilerek Sampdoria Unione Calcio isimli yeni bir kulüp kuruldu. Takımın renkleri konusunda anlaşılamayınca iki kulübünde renkleri olan mavi, beyaz, siyah ve kırmızı ortak kullanılmaya başlandı. Bu yıllar Sampdoria’nın şehirde popüler olduğu yıllardı. Özellikle kentin ileri gelenleri maç günleri toplantılar düzenliyor ve takım için yardım toplanıyordu. Sampdoria bu sebepten dolayı zengin kulübü olarak anılmaya başlandı. Bu durum kentin asıl büyük takımı Genoa’yı ve taraftarlarını çok rahatsız etti, çünkü onlar maddi imkansızlıklardan sebep Serie B nin yolunu tutmak üzerelerken kimse yardım elini uzatmamıştı... Genoa bu durumdan karlı çıktı demek çok doğru olmaz zira bütün maddi güçlerini kaybetmişlerdi fakat fakir halkın özellikle liman çalışanlarının büyük desteğini alarak ciddi bir kitleye hitap etmeye başladı. Bugün hep söylenen liman patronları Sampdorialı, işçileri ise Genoalı’dır sözü o günlerdeki bu gerçeklere dayanıyor...
İki takım ilk mücadelelerini 1946 yılında yaptılar ve bu maçı yeni kurulmuş olan Sampdoria 3-0 kazandı. Uzun süre devam edecek olan Sampdoria hakmiyetinin temeliydi aynı zamanda bu karşılaşma. Sampdoria ekonomik olarak güçlü olmanın avantajını çok iyi kullandı ve sportif anlamda hep daha başarılı oldu rakibine oranla. Özellikle 1982 yılında iş adamı Paolo Mantovani tarafından satın alınınca altın yılları da başlamış oldu. 1989 yılında kazandıkları Kupa Galipleri kupası, ardından Serie A şampiyonluğu ve takip eden sezon Wembley’de Barcelona ile oynayıp uzatmalarda kaybettikleri Şampiyonlar ligi şampiyonluğu... Sampdoria bu başarıları kutlarken Genoa Serie B ve Serie A arasında gidip geliyordu. Yakın zamanda ne ligde ne de İtalya kupasında başarı yakalayamadılar. Sadece 1991 yılında oynadıkları UEFA kupası yarı finali başarı sayılabilecek unsurlardandı.

Ancak Genoa bir türlü kazanılmayan sportif başarıları her zaman sineye çeken ve sadece sevgisini takımına yansıtan bir taraftar kitlesine sahip. Çok az bilinmesine rağmen İtalya’nın en çok taraftara sahip dördüncü kulübü. Ülke genelinde bir milyondan fazla taraftarı olduğu biliniyor. Genoa şehiri dışında özellikle Güney İtalya’da taraftarları var. Ayrıca çok başarılı bir kulüp olmamasına rağmen Amsterdam, Buenos Aires, New York ve Tokyo gibi şehirlerde yurtdışı fan kulüpleri de olan bir takım. Sadece Genoa maçlarını ünlü kuzey tribününden izlemek için şehiri ziyaret eden futbol turistlerinin sayısı hiç de az değil ayrıca... Kulüp yönetimi bu sebepten dolayı 12 numaralı formayı taraftarın olduğuna inanarak hiç bir futbolcuya giydirmiyor. Fakat Genoa seyircisi fanatizmin doruklarında gezmekten kendini alamıyor bir türlü. Şımarık tabir ettikleri bisikletçi lakabını taktıkları Sampdorialılar ise tahammül edilemezler sınıfına giriyor onlar için. 1974 yılında karşılaştıkları bir İtalya kupası maçından hemen önce Sampdoria tarafatarlarının toplu halde yemek yedikleri lokali maçtan önce basan Genoalılar Sampdoria taraftarlarından birini silahla öldürdüler onlarcasını da ağır yaralayarak tarihe “Liguria baskını” olarak geçen kanlı gecenin mimarı oldular. Bu olaydan sonra büyük cezalar alan Genoa bir çok maçı boş tribünlere oynamak zorunda kaldı. Sampdorialılar uzunca süre olayın şokundan kurtlamadılar ancak 1995 yılında bir Milan deplasmanında dövülerek öldürülen Genoa taraftarı Vincenzo Spagnolo’nun ardından, intikamımızı aldınız ve teşekkürler Milan yazılı pankartlar açtılar. Bu nefret artık kanıksanmış bir durum. Örneğin normal bir günde dahi Sampdoria kaşkoluyla liman bölgesinde gezemezssiniz, rekabet hatta düşmanlık sosyal hayatta da buram buram kokar yani...Genoa ve Sampdoria gibi sportif başarıları az olan iki kulübün rekabeti saha içinde değil maalesef sürekli olarak saha dışında sürüyor çünkü sportif rekabet yaşayacakları arenayı bulmakta zorlanıyorlar. Uzun aradan sonra bu yıl Serie A’da buluştu iki düşman kardeş. İtalya yeniden ülkenin en önemli derbilerinden birini izlemek için sabırsızlanıyor...

KIZILYILDIZ - PARTİZAN(SIRBİSTAN - KARADAĞ) Crvena Zvezda Derbisi

Zamanında "Avrupa'nın Brezilyası" olarak anılan Yugoslavya'nın her tarafı kasıp kavurduğu dönemde daha göz önündeydi bu derbi elbette. Şu sıralar Avrupa'nın ve Dünya'nın gözünden düşmüş durumda ama klasik bir rekabet olduğu su götürmez. İki takımın kapışması Klasik Futbol severler için tam bir hazine ama bir o kadar üzücü olaylara sahne olmuş bir eşleşme. İkisi de popüler bir deyişle "annelerinin ligine" döndüler günümüz futbolunda. Ama derbinin bu haliyle bile yüksek tansiyona tanık olması bu derbiyi ilgi çekici kılıyor. Sırplar bu derbiye "Ölümsüz Derbi" adını vermişler.

İki takımın farklılıkları, aradaki rekabeti körükleyen etkenlerden elbette. Bununla başlamak gerekirse; Kızılyıldız II. Dünya Savaşı sırasında anti-faşist hareketi yürüten Sırp gençler Zoran Zujovic ve Slobodan Cosic tarafından kurulmuş bir takım. Tüm sol hareketler gibi kaynağını halktan almaya çalışan ve halkla bütünleşmeye çalışan bir kulüp. Takım bu yüzden Nazi zulmüne karşı koyan halkın moral kaynağı olmuş ve taraftar toplamış. Ezeli rakipleri Partizan ise II. Dünya Savaşı'nda Nazilere direnen Yugoslav Halkının Ordusu'nun desteklediği bir kulüptü. Nazi işgalinden sonraki dönemdeki Sosyalist Yugoslav ordusunda da görev yapmaya devam eden birçok YHO (orijinal adıyla JPA) üst düzey komutanı sayesinde Partizan ordunun takımı olarak anılmaya başlamıştı. Bu da takımın elitist bir görüntü vermelerine sebep oldu.



Kızılyıldız sol çıkışlı bir kulüp olmasına rağmen savaş bittikten sonra, Sosyalist Yugoslavya zamanında dahi Sırplara pozitif ayrımcılık yapmış bu yüzden de adım adım milliyetçi bir taraftar kitlesine sahip olmaya başlamıştı. Yine de o "ayrımcılık yapıyor" denilen günlerde, günümüzdeki koşullara göre milliyet ayrımı konusunda çok çok daha medeni olduklarını söylemek gerek. Günümüzde ise ırkçılık derecesinde aşırı milliyetçi ve saldırgan bir taraftar kitlesine sahip. Partizan da rakibi gibi aşırı milliyetçi ama "kendi içinde" nasyonel sosyal görüşlü taraftarlara sahip. Savaş suçlusu, insan kasabı Radovan Karadzic posterleri açan bir kısım taraftarı da yok değil! Siyaset futbola çoğu zaman karışır, Sırbistan'da da öyle elbet. Ülkede aşırı milliyetçilik yükselişini daha da tırmandırıyor. Partizan'ın da bundan etkilenmemesi mümkün değil.

Tribünlerde Partizan Grobari (Türkçesi Mezar kazıcılar) grubuyla, Kızılyıldız ise Delije (Türkçesi Delici, Osmanlı'nın Sırp Yeniçerileri sınıflandırmada kullandığı bir isim) grubuyla etkili organizasyonlar ve tribün şovlarına girişiyor. Çoğu zaman da iki kulüp taraftarları arasında şiddet ve holiganizm dolu atraksiyonlar yaşanıyor. Delije grubu, Partizan'ın Grobari grubuna kendisi Türkçe'den gelme bir ad taşımasına rağmen zaman zaman "Siz Sırp değilsiniz" savını destekleyen tezahüratlarla "Türk, Yugoslav, Komunist" diye hakaret ettiğini sanıyor. Grobari de Sırplığını kanıtlama peşinde. Ülkemizin yeni yeni terk ettiği satırlı, kelebekli kavgalar bu derbi öncesinde hâlâ yaşanıyor. Bu yaşananlar derbiyi başka boyutlara da taşıyor tabiî ki.

Her şeye rağmen en büyük etken bu iki kulübün Sırbistan'ın en başarılı iki kulübü olmasından kaynaklanıyor. Hatta Yugoslavya döneminin de en başarılı kulüpleri de onlar. Hajduk, Sarajevo ve hatta Dinamo Zagreb bunlara ancak "yancı" olabilmiş Yugoslavya dönemlerinde. Kızılyıldız 23 kez şampiyon olurken, Partizan 21 kez mutlu sona ulaşmış. Yugoslavya bölündüğünden beri ise Partizan 8-6 önde.

İki takımın da Avrupa'da finalleri, yarı finalleri var. Partizan ilk kez Şampiyon Kulüpler Kupası'nda final oynayan Yugoslav takımı. Ekôlün oluşmasında öncülük etmiş bir ekip. 1966'da kupayı Benfica'ya kaptırmışlar. Kızılyıldız ise uzun süre final görememesine rağmen birçok yarı ve çeyrek final görmüş, 1979'de UEFA finali oynamış ama kaybetmiş, 1991'de yakaladığı jenerasyon ile Şampiyon Kulüpler Kupası ve Kıtalararası Kupa'ya uzanmış bir takım. O takımda Savicevic, Mihajlovic, Jugovic ve Pancev gibi isimler var.

İki takım arasında unutulmaz maçlar sürekli yaşanmış. Rekabetin tohumları ilk olarak 1947'de atılmış. O maçı Kızılyıldız deplasmanda olmasına rağmen 4-3 kazanmış. Kızılyıldızlı Kostic ve Dzajic derbi tarihinde 9'ar gol atarak derbinin en golcüleri olmuş.

BENFİCA - S.LİZBON (PORTEKİZ)

Bir şehir düşünün, mavi suların kıyısında, farklı kültürlerin iç içe olduğu bir şehir… Yüzyıllarca bir ülkenin kalbi olmuş bir şehrin yüz yıllık iki takımını düşünün, “üç büyükler”den ikisini… Geride kalan yüzlerce maçtan sonra hâlâ o maç geldiğinde ülkede hayat duruyor. O hafta tüm ülke, aristokrasi geleneğinden gelen “Aslanlar”la kendisine “halkın takımı” diyen “Kartallar”ın mücadelesini konuşuyor. Bu hikâyenin şaşırtıcı bir şekilde tanıdık geldiğinin farkındayız. Ancak Akdeniz coğrafyasının en doğusundaki güzel şehirden değil, en batısındaki güzel şehirden,Lizbon’dan bahsediyoruz. Sporting-Benfica derbisinin bizim derbilerimizden birini andırması da aslında çok sürpriz değil. Zaten Akdeniz’deki her liman şehri akraba. Kuzenlerin de birbirine benzemesi doğal. Yine de Portekiz’in yüz yıllık “O Classico”sunun anlatacak farklı hikâyeleri de olsa gerek.

1755 yılında meydana gelen büyük deprem ve ardından gelen tsunamiyle başta limanı olmak üzere neredeyse tamamı yerle bir olan, yeniden inşa sürecinde Napolyon’un orduları tarafından yağmalanan Lizbon, 20. yüzyıl başında felâketlerle geçen son iki yüzyılın zararını onarmanın derdindeydi. İşgal döneminde kraliyet ailesinin Brezilya’ya kaçmasıyla kısa süreli bir bunalım yaşayan Portekiz’de, belki de bu gelişme ülkenin modern çağ trenini daha rahat yakalamasını da sağladı. Ülkede bu yılda hızlanan fikir hareketleri, sömürge imparatorluğu defterinin daha kısa sürede kapatılarak cumhuriyete geçilmesine önayak oldu. Portekiz’de, ama özellikle Lizbon’da spor teşkilatları oluşturma düşüncesi de bu yenilikçi ortamda gelişme şansı buldu. Kentin farklı noktalarında farklı gruplar, spor kulüpleri oluşturma yoluna girdiler.


Bu gruplardan biri 1904 yılında Rua de Belem semtinde Benfica’yı, başını Alvalade Vikontu’nun torunu Jose’nin çektiği bir başka grup da iki yıl sonra Campo Grande’de Sporting’i kurdu. Mütevazı bir futbol kulübü olarak kurulan Benfica’nın aksine Sporting, Vikont’un da yardımlarıyla daha kuruluş aşamasında tesislere ve önemli olanaklara sahip oldu. Jose Alvalade o yıllarda şöyle diyordu: “çok büyük bir kulüp olacak, Avrupa’nın en büyüklerinden biri…”

Zengin ve yoksul
1906-07 sezonunda ilk kez yapılan Lizbon Futbol Şampiyonası’na Benfica katılırken, Sporting henüz kuruluş aşamasında olduğu için yetişemedi. Kırmızı-beyazlı “Kartallar” ise bu ilk mücadelelerinde göz doldurmuş, maçlarını tamamlayamadığı halde şampiyon Carcavelos’un ardında ikinci olmuştu. Ancak Benfica zor koşullarda çalışıyordu ve yola bu şekilde ne kadar devam edebileceği belirsizdi. Bu sırada lige katılma hazırlıklarını tamamlayan Sporting, pek çok Benfica oyuncusu için cazibe kaynağı oldu. Benfica o yıl kadrosunun önemli kısmını yeşil-beyazlı ekibe kaptırdı. 1 Aralık 1907’de oynanan ilk derbi maçında da Sporting’e 2-1 yenilmekten kurtulamadılar. Yine de Sporting’in hemen arkasında lig üçüncüsü oldukları düşünüldüğünde sonuç felaket sayılmazdı. Bir sonraki sezon ise Benfica ligi ikinci, Sporting dördüncü tamamladı. Benfica’nın iflasın eşiğine gelebileceği bir sezonda başarılı olmasının nedeni, Lizbon Spor Topluluğu adlı başka bir kulüple birleşme kararının alınmış olması ve maddi sorunların atlatılmasıydı. Benfica başarıları sayesinde birleşme sırasında adını ve rengini korumuştu. Yeni kulüp oluşturulduktan sonra Benfica’nın ilk sahası hizmete girdi. Aynı yıl Carcavelos ve Sporting karşısında ilk galibiyetler alındı. Benfica çabuk toparlanmıştı, ancak henüz şampiyonluk ne onlar ne de Sporting için söz konusuydu. Çünkü bu yıllar kentteki İngilizlerin kurduğu Carcavelos’un büyük üstünlük sağladığı yıllardı. İlk yıllarda beklenen başarının gelmemesi Sporting’i diğer spor dallarıyla da uğraşmaya itmişti. Bu yıllarda yeşil-beyazlı “Aslanlar” tenis ve atletizmde zirveye tırmandı.

Benfica ağırlığını koyuyor
1909-10 sezonu, Benfica’nın Sporting’e karşı ilk açık üstünlüğü kurduğu sezon oldu. Kartallar o yıl ilk kez Lizbon Şampiyonu olurken, Sporting ligin dibinde kalmıştı. 27 Şubat 1910’da oynanan maçı da 4-0 kazanan Benfica, derbi tarihindeki ilk farklı galibiyete imza atmıştı. Bu arada Benfica yavaş yavaş Lizbon sınırlarını da aşıyor, Bordeaux ve La Coruna gibi yabancı ekiplerle karşılaşıyor, bu arada “üçüncü büyük” Porto’yla ilk karşılaşmasında da rakip filelere sekiz gol bırakmaktan imtina etmiyordu. Bu yıllar yavaş yavaş Benfica’nın yılları olmaya başlamıştı. Bu başarılarla beraber maddi durumunu da düzelten kulüp, tıpkı ezeli rakibi gibi farklı spor dallarında mücadele imkânı buldu. Yüzme ve atletizm çalışmaları bu yıllarda başlamıştı. Ancak Sporting ilerleyen yıllarda dünyada Olimpiyat Oyunları’na en çok sporcu gönderen kulüp unvanını alırken, bu işe geç eğilen Benfica’nın çabaları nispeten daha mütevazı kalacaktı. Her ne kadar 1910’larda adını “spor
kulübü”ne çevirmiş de olsa Benfica daha çok bir futbol kulübüydü.


İlk yıllarda ağırlıklı olarak Benfica’nın üstünlüğüyle geçen Lizbon Ligi mücadelelerinden sonra, hem Portekiz futbolunun hem de derbinin değişim yaşadığı dönem 1930’ların başı oldu. 1934 yılında ilk kez düzenlenen ulusal lig organizasyonuyla beraber, o yıllarda artık büyük bir güç haline gelmiş bulunan Porto’yla da düzenli karşılaşmalar başlamıştı. Portekiz’in ikinci büyük şehrinin lacivert-beyazlı ekibi ilk sezonda Lizbon takımlarına büyük bir üstünlük sağladı. Sezonu şampiyon tamamlayan Porto, kendi sahasındaki tüm maçları kazanmış, Lizbon’da ise yalnızca Benfica’ya kaybetmişti. Sonraki yıllarda da Benfica-Porto mücadelesine sahne olan ligde Sporting ilk şampiyonluğuna 1940’ta ulaşacaktı. Öte yandan Portekiz’de Salazar’ın diktatörlük dönemi başlamıştı. “Fado, fiesta, futbol” üçlüsünü Portekiz halkına damardan zerk ederken, dördüncü bir F’yi de uygulamalarıyla eksik etmeyen Salazar’ın yönetimi süresince, başka diktatörlüklerde görülenin aksine iki takımdan birine çok özel bir iltimas geçilmedi.

Eusebio farkı
Sporting, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki sekiz sezondan yedisini kazanırken, benzer bir seriyi de 1960’larda Benfica yaşadı. Özellikle Bela Guttmann’ın teknik direktörlüğe gelişi ve Eusebio’yu yaratmasıyla kırmızı-beyazlılar hem ligde hem Avrupa’da zirveye tırmandı. Bu dönemde Benfica’nın şansı, altın döneminin Avrupa kupasının başlangıç yıllarına denk gelmesiydi. 1960-65 yılları arasında iki kez Avrupa’nın en büyüğü olan Benfica, iki kez de final oynadı. 1945-55 arasında böyle bir turnuva olsaydı, büyük ihtimalle Sporting de benzer başarılara ulaşacaktı. İlginç olan nokta ise iki takımın ligde rakiplerine büyük üstünlük kurduğu bu iki ayrı dönemde derbilerde çok farklı skorların ya da uzun süren galibiyet serilerinin olmamasıydı. Yalnızca 1950’de Sporting’in Benfica’yı 8-1 yendiği özel maç bir istisna olarak tutulabilirdi.

Eusebio jenerasyonunu Artur Jorge’nin nesliyle harmanlayarak başarısını 1970’lere taşıyan Benfica, bu yıllarda da Sporting’e çoğu kez şampiyonluk fırsatı tanımadı. Ancak bu yıllarda asıl sıkıntıyı yaşayan, neredeyse 20 yıl boyunca şampiyonluk göremeyen Porto’ydu. Bu yıllarda derbinin heyecanı aynı zamanda lig mücadelesinin seyrini de belirliyor, zaman zaman Boavista, Belenenses gibi sürpriz takımlar çıksa da zirve Lizbon’un iki büyüğünden başkasına geçmiyordu. Ancak 1980’ler geldiğinde bu durum değişecekti. Futre’nin başını çektiği Porto, belki Eusebio’lu Benfica’dan beri en açık üstünlüğü sağlarken, Portekiz’e Şampiyon Kulüpler Kupası’nı getiren ikinci takım olmayı da başaracaktı. Bu yıllarda derbinin heyecan dozu biraz düşmüştü. Çünkü derbiyi kim kazanırsa kazansın, şampiyon hep Porto oluyordu. Lacivert-beyazlılar 1984-99 arasındaki 15 yıllık dönemde yalnızca dört kez şampiyonluğu kaybetti. Bu dört şampiyonluk da Benfica’nın olunca, bu yıllar Sporting taraftarının unutmak istediği yıllara dönüştü.1981-82 sezonundan beri şampiyonluk kazanamayan Sporting, 1999-2000 sezonunda Porto’nun önünde zafere ulaştı. İki yıl sonra Boavista’nın önünde bir daha şampiyon olan Sporting’in bu son şampiyonluğu oldu. Benfica ise şampiyonlukların Porto, Sporting ve Boavista arasında bölüşüldüğü bu bölümde Giovanni Trapattoni yönetiminde bir şampiyonluk çıkarabilmişti. İşin ilginç tarafı ise 1981-82’den beri Portekiz Ligi’nde hiçbir sezon Lizbon’un iki ekibinin ilk iki sırayı alamamış olmasıydı. Ya Porto ya da hemşehrisi Boavista mutlaka ilk ikiye girmeyi başarıyordu. “O Classico”, bu dönemde bir şampiyonluk maçı sayılamazdı, ama yine de Portekiz’in en heyecanlı maçı olma özelliğini koruyor.

CELTIC - G.RANGERS(İSKOÇYA)

121 yıldır süregelen Celtic-Glasgow Rangers derbisi İskoçya'da hayatın akışını belirleyen önemli unsurlardan bir tanesidir.Yılda 4 kez karşılaşan bu iki ekip maçlarını yapacakları gün ülkede hayat durur.Eğer bir patron seyahate gidecekse iptal eder veya bir çocuk dershaneye gidecekse dershaneyi eker! Zaten fikstür çekildiği andan itibaren herkes planını maça göre yapar diyebilirim.Yani 365 günlük bir yılda İskoçya için 4 gün çok önemlidir.



Celtic 1888 yılında kurulmuş Katolik bir takımdır.Rangers ise 1873 yılında Protestanlar tarafından kurulmuştur.İki ekibin 1888 yılından bu yana yaptığı karşılaşmaları özellikle Katolik-Protestan savaşının yanı sıra,Direnişçilerle-İngiliz yandaşları arasında yapılan maçlar oalrakta tanımalyabiliriz.Celtic her zaman bağımsız bir İskoçya isterken,Rangers İskoçya'nın İngiltere ile birleşmesini savunmuştur.

Celtic-Rangers karşılaşması sadece İskoçya'da değil tüm Britanya'da fiziksel olumsuzluklar doğurmuştur.Maçlardan bir hafta önce Celtic ve Rangers daha doğrusu Katolik ve Protestan'lar arasında çatışma çıkar ve yaralı sayıları bir hayli fazlalaşırdı.Ancak son yıllarda küreselleşen ve bilinçlenen dünyada bu yaralı sayıları daha aza inmiş,fiziksel darbeler sadece maç günleri çıkmaya başlamıştır.


Celtic 1888 yılında İrlanda'dan İskoçya'ya göç eden Katolik Papazlar tarafından kurulmuştur.Kulübe Celtic isminin verlime nedeni ise ismin "Keltler" den gelmesidir.İrlanda'lı Keltler kurdukları takıma kendilerine özgü bir isim vermek istemişler ve Celtic ismini koymuşlardır.İskoçya'da Protestanlar'a göre daha azınlıkta olan ve göçmen oldukları için epeyce hor görülen Katolikler yani Celtic'liler ilk yıllarında İskoçya'da sürekli Protestanlar'ın baskısı altında kalmışlardı.Protestanlar Katolikler'i yanlarında çok ucuz maaşlara çalıştırıyor onlara tam anlamıyla "mezhepçilik" yapıyorlardı.Daha çok kenar mahallelerde bulunan Celtic taraftarları Rangers'lılara göre daha mütevazı bir yaşam tarzı sürüyordu diyebiliriz.

Rangers ise 1872'de kurulmuş bir spor kulübüydü.Ancak onlarda 1888'de Celtic'in kurulması üzerine kendilerine rakip buluyorlar ve tam anlamıyla gerçek Rangers hüviyetine bürünüyorlardı.Rangers Protestanlar tarafından kurulmuştur.Zaten İskoç halkının neredeyse %95'i Protestan olduğu için İskoç sınırları içerisinde inanılmaz bir taraftar desteği vardı.Ancak onların İngiliz yandaşı olmaları biraz sinir bozucu gelebilir.Zira Celtic taraftarları İrlanda'yı kalplerinde,statlarında,evlerinde her türlü şekilde yaşıyorlar.
Celtic ve Rangers arasında bir de marş rekabeti bulunmakta.Glasgow Rangers taraftarları arkasında çok fazla siyasi olayların yattığı "Billy Boys" marşını kendilerine uygun görerek söylemeye başlıyorlar.Hatta bu marş UEFA ve İskoçya Futbol Federasyonu tarafından yasaklanmasına rağmen söylenmeye devam edilerek adeta bir başkaldırışı göstermektedir.Zira Rangers Bill Boys'u söylediği için UEFA'dan sürekli ceza almaktadır.
Celtic ise Rangers'ın Billy Boys'una karşılık olarak Liverpool'da ki İrlandalılardanöğrendikleri meşhur "You'll Never Walk Alone" şarkısını kendilerine marş olarak bağlamıştır.You'll Never Walk Alone'un yanısıra İrlanda Bağımsızlık Marşlarınıda söyledikleri çok fazla görülür Celtic taraftarının...
1989'da Celtic'ten Glasgow Rangers'a transfer olan Mo Johnston Rangers taraftarları ve Celtic taraftarları tarafından nefret edilen bir oyuncu olmuştu.İki takım taraftarının tek ortak noktaları buydu.Johnston'dan nefret etmek! Hatta bu öyle bir boyut kazanmıştı ki Mo Johnston'ın golüyle Rangers'ın 1-0 üstünlüğü ile biten Celtic maçı, Rangers'lılar için 0-0 bitmişti! Zira Johnston tam bir Katolikti ve daha önce Celticde oynamıştı. Birçok Rangers'lı bununla da kalmayıp Ibroxun önünde ünlü marşları Billy Boys'u söyleyerek kombine biletlerini yaktılar ve asla Johnston'ın attığı golleri golden sayıp sevinmediler
İki takım taraftarları ve futbolcuları arasında çıkmış olan bazı olaylar ise şöyle;

1997 yılında 16 yaşındaki bir Celtic taraftarı,Celtic atkısı ile okula gitmiş ancak bir Rangers'lı tarafından öldürülmüştür.Bu masumiyet Celtic'in dünya üzerinde daha fazla sempatizanı olmasını sağlıyor diyebiliriz.
Futbolculara yapılan bazı hareketleri ise şöyle sıralayabiliriz;
Eski Celtic'li Japon oyuncu Nakamura'ya Rangers taraftarları bir maçta Nakamura duran topları her kullandığında kollarını iki yana açarak 2.Dünya Savaşında Japonya'nın Amerika'dan yediği darbeleri Nakamura'ya hatırlatmak istemişlerdir.
Aynı şekilde Celtic'in genç futbolcusu Aiden Mcgeady'da Rangers taraftarları tarafından en çok hakarete maruz kalan oyunculardan birisi.Çünkü McGeady İskoçya Milli Takımı yerine İrlanda Milli takımında oynamayı seçerek Rangers'lıların büyük tepkisini almıştı..

ROMA - LAZIO (İTALYA) Derby Della Capitale(Roma Derbisi)

SS Lazio 9 Ocak 1900 yılında İtalyan ordusunda görevli bir kişi olan Bigarelli tarafından kurulmuştur.Lazio ilk olarak bir atletizm kulübü olarak kuruldu.Olimpiyatların yapıldığı ilk yer Yunanistan olduğu için kulübün rengi Mavi-Beyaz olarak belirlendi.Amblemlerine ise gücü temsil eden Kartal yerleştirildi.Roma'da bir bölge olan Lazio ismi takıma verildi.Lazio Roma şehrinin ilk takımı olmuştu ki taraftarları da Rüma'lıları kızdırırken hep bu tabiri kullanırlar.İlk önce biz vardık! Lazio ilk olarak 1902 yılında futbolla tanıştı.Böylelikle artık Roma şehrinde de futbol oynayan bir takım bulunuyordu.
     


AS Roma ise Lazio'dan 27 sene sonra yani 1927'de Alba, Fortitudo, ProRoma, Roma FBC takımlarının birleşimiyle kuruldu.Renkleri Turuncu-Gül kurusu gibi ilginç bir renk olan Roma'nın ambleminde ise mitolojiye göre Romus ve Romulus'un kardeşlerini emziren Dişi Kurt bulunur.Lazio'lu taraftarlar hep övünürler çünkü önce onlar kurulmuştur diye,işte bunun tersi olarak Roma taraftarlarıda kurulduklarından 15 yıl sonra şampiyonluğu tatmışlardır.Ancak Lazio ise tam 74 yıl sonra yani 1974'de ilk şampiyonluğunu yaşamıştır.İşte bu Roma taraftarları için övünç kaynağı,Lazio taraftarları için ise tam bir handikaptır.Son olarak iki takımın kupa galerisine bakarsak; Roma 3 İtalya Ligi Şampiyonluğu, 7 İtalya Kupası, 1 Avrupa Fuar Şehirleri Kupası kazanmış,Lazio ise 2 İtalya Ligi Şampiyonluğu, 4 İtalya Kupası, 1 Avrupa Kupa Galipleri Kupası, 1 Avrupa Süper Kupası kazanmıştır.

Roma tribünleri Curva Sud'da(Güney Kale Arkası) buluşuyorlar.Tribünlerin başını Ultras Romani adlı grup çekiyor.1970'li yıllarda Curva Sud tribünü kendince maçlara gelen,pankartlar asan kişilerden oluşuyordu.Aralarında koordinasyon yoktu,kendi tezahüratlarını söylüyorlardı. Ancak 9 Ocak 1977 günü oynanan ve Roma’nın 3-0 kazandığı Sampdoria maçında Guerriglieri Della Curva Sud, Pantere, Boys, Fossa dei Lupi gibi adları olan bütün dağınıkça maçlara gelen gruplar İtalya’daki ilk ultras grubu olan Ultras Granata’yı takip ederek birleşmeye karar verirler ve Commando Ultra Curva Sud’u oluştururlar.Bundan sonra artık iyice örgütlenmeye başlayan Roma İtalya'nın en önemli Ultraslarından olmayı başarmıştır.

Lazio'lu taraftarlarda ilk başlarda Curva Sud'u kullanmışlardır.Ancak daha sonraları Curva Nord(Kuzey Tribünü) tribününe geçmişlerdir.En önemli grubu,belkide şu anda dünyadaki en sağlam tribün gruplarından olan IRRIDUCIBILI'dir.Irrıducıbılı'nin Türkçe'si baş eğmeyen anlamına gelir.Irriducibili takımının Avrupa maçlarında PSG,İnter,Chelsea,Verona,Real Madrid gibi takımlarla yaptığı maçlar sonucu kendilerine dost tribünler edindiler.O kadar ünlü oldular ki Coca Cola şirketi onların yaptığı koreografileri Avrupa Şampiyonası için gösterime sunduğu reklam filminde kullandı.
Roma'lılar Lazio taraftarlarından nefret ederler.Ama bana göre Lazio taraftarları onlardan bir kat daha fazla nefret eder.Sebebi ise 28 Ekim 1979 tarihinde Roma'nın ev sahipliği yaptığı maçta 17 yaşındaki bir Roma'lının acil yardım fişeğini Lazio tribünlerine atmasıyla 33 yaşındaki Vincenzo Paparelli adlı taraftar ölmüştür.Laziolular bunu hiçbir zaman unutmadılar ve unutmayacaklar.

 ,